Sayfalar

19 Mayıs 2015 Salı

Beyaza Tutsak, Ecem Altınok [Kitap Yorumu]



Yine gencecik birinin kaleminden, onun ilk kitabını okudum. Beyaza Tutsak: Beni etkileyen ilk şey kitabın ismi olmuştu.

Ecem'in sıkılmadan okuyacağınız, akıcı bir dili vardı. Sanki biraz şiirseldi ya da cümlelerin yoğunluğundan dolayı bana öyle geldi. Kitapta ki duygusallığı neredeyse elle tutulur bir biçimde hissetmek mümkündü. Fakat kitapta beğenmediğim bir yönde vardı: Kurgu dolayısıyla, biraz uyuşturucuya özendirme vardı sanki. Özendirme demeyeyim de, tam belirgin olmasa da doğru olmayan yönü vardı. Kız, uyuşturucu satıcısına aşık oluyor. Bir kadın, bu tür bir erkeğe gerçekten aşık olur mu? Ya da nasıl bir kadın bu tür bir erkeğe aşık olur? En sonunda doğru yolu bulmuş ya da onun arayışına girmiş fark etmez. En baştan nasıl bu yola girer?... Emin değilim. 

Her neyse... Doğru veya yanlış ilk kitap için Ecem'in kalemini oldukça başarılı buldum. Yazmaya devam ettikçe de çok daha iyi olacağını düşünüyorum. Yolu açık olsun inşallah. =) 

Beyaza Tutsak, Hazan ile Aral'ın hikayesiydi. Kitap Hazan'ın ağzından anlatılıyordu. Onun hikayesi, onun yaşadıkları ve yine onun hisleri. Hazan için söyleyebileceğim ilk şey ise onun fedakarlığının haddi hesabı olmadığı. 

''Karanlık oyunları, karanlık duygular, karanlık anlaşmalar, Beyaza Tutsak üç kişi...'' 

Konusuna da değinmeden olmaz; Hazan trafik kazasında anne babasını kaybettikten sonra yetimhanede büyümüş. Geride kalan tek kardeşi Hakan ise onun değer verdiği yegane şeydir. Ancak Hakan uyuşturucuya alışmıştır. Yoksunluk çırpınışları Hazan'a tehlikeli kapıları, özellikle de Cehennem'de tanıdığı Aral'a giden kapıyı açacaktır. 
Aral kayıtsız kalamayacağı Hazan için kendi işini baltalasa da gücünü en önemlisi de yüreğini Hazan'a serecek. 

Pembe roman tadında bir son mu bekliyor bizi dersiniz? Eh, öğrenmek için Beyaza Tutsak'ı elinize alıp okumanız gerekecek.


15 Mayıs 2015 Cuma

Hilekar, R. Gaye Önel [Kitap Yorumu]



Postiga Yayınları'nın kitap baskısı kaliteli oluyor. Bir çoğunun kapağı da ilgi çekici. Nitekim Hilekar'ın da baskısı kaliteliydi fakat bu defa kapak görseli ilgimi çeken ilk şey değildi. Hatta dürüst olmak gerekirse kapağını pek beğenmedim. =) Hilekar'ı duyduğum ilk an okumaya karar verdim çünkü bir Türk'ün kaleminden çıkma fantastik bir romandı. Biliyorsunuz Türk yazardan çıkma fantastik roman sayısı bir elin parmakları kadardır. Merak ettim. Nasıl etmeyeyim? Başarılı olmuş mudur?... Elime aldım, aldığım gibi de bir an olsun sıkılmadan okuyup bitirdim. 

Hilekar akıcıydı. Karakterler ilgi çekiciydi. Ve en önemlisi de çoğu Türk yazarın yaptığı hataya düşmemişti: Konu bir noktadan sonra saçmalamamıştı. =)

Gaye: Benden üç yaz küçük bir kız. Türk. Yazar. Hayal gücü benimkini üçe katlar. Kalemi iyi. Ara ara çocuksu bulduğum noktalar da oldu kitapta. Fakat yazdıkça çok daha iyi olacak bu belli. Zaten fantastik yazmak çok çok zordur ki Gaye bunu başarmış. Hele de kitaba öyle bir son yazmış ki! Ağzım açık kaldı. Kitaba başladıktan sonra beğendim deyip, sıkılmadığım için de devam ettim... Okumaya devam ettikçe serinin ikinci kitabını düşünmeye başladım. Ama kitabın sonu, o son sağ olsun! İkinci kitabı deli gibi istiyorum şuan. 
=)=)=) Gaye! Spoi ver bize Gaye! =)=)=)

Kitabın konusuna gelecek olursak... 

Hilekar; iblis avcısı Cassandra ile şeytanın oğlu, kara kanatlı, yakışıklı bir yüksek seviye iblisi olan Aidenhell'in aşk hikayesiydi. Fantastik romanda da aşka takılan bir ben varımdır yahu. =) Yani bir de tabi fantastik yönü vardı: Aidenhell'in Cassie'yi esir alması, meydan da olan bir kehanet vs. vs. var ki... Boş verin. Hayatlarında bir çok tehlike varsa ne olmuş. Aşka kim / ne engel olabilirmiş? ... Kendilerinden başka. Of! O noktaya değinmeyeceğim. Merak edin. =)

Yahu ne de güzel konusunu anlatıyorum. Aşka takılıp kaldım... Ya da benim durumumda Aidenhell'e.

Her neyse. Kitap Aidenhell'in Cassie'yi ölümden kurtarması ile başlıyor. Cassie ise ölüme, kendi iblis avcısı grubunun ihaneti üzerine yakalanıyor. Aidenhell'in onu ölüm meleğinin elinden kurtarmasının sebebi ise istediği şeyin elde etmenin tek yolunun Cassie'nin yardımından geçmesidir. Bu şekilde olaylar başlar. 

Başından sonuna tek bir an da olaysız geçmez. 

Sıkılmadan okuyabileceğiniz değişik bir fantastikti. Hem dolu dolu hem de bir o kadar yalındı. Tavsiye ederim okuyun. Seveceksiniz. Fakat unutmayın Hilekar'ın yazarı Türk. Yabancı fantastiklerle kıyaslama yapmayın.


14 Mayıs 2015 Perşembe

30 Yaşındaysanız Hayat Gerçekten Zor / Burçin Çelik [Kitap Yorumu]

Ve böylece meşhur ''Yamakdan'' ile tanışmış oldum. =) 30 Yaşındaysanız, Burçin Çelik'in kaleminden okuduğum ilk kitaptı. Son olmayacak.

Ben otuz yaşında değilim ama hayatın gerçekten zor olduğunun farkındayım. Burçin ise benden sadece bir yaş büyükmüş ve beni kendine hayran bıraktı. Benim yazabildiğim tek şey şu kitap yorumları. Çaktırmasak da olurdu hani. =)

Yazarın dilini sevdim. Eğlenceli bir romandı. Türü çik-lit zaten. =) Kitabın başından sonuna kadar gülümsetecek size neşe kaynağı olacak. Ara sıra da düşündürecek; doğru, yanlışı ve hayatı...

Kitapta yazarın kaleminden çıkan espriler kalite ve zekice. Sıkılmadan okuyacaksınız. Burçin Çelik'in bu tür de yazdığı ilk kitapmış sanırım ilk kitap için oldukça başarılı yazdıkça çok daha iyi olacağına da inancım tam.

Öyle ya da böyle bu kitap sürükleyiciydi. Aksini söyleyemem. Sık sık kahkahalar atarak, devamını her daim merak ederek hatta kimi yerler de sinir olarak bir çırpıda okudum, bitirdim.

Mesela Nazlı'nın aldatıldığını öğrendiği an da ki tavrına uyuz oldum! Uyuz! Konuya girmeden bunu belirteyim de. =)

Gelelim kitabın konusuna; kitap eve gelip de kocasını ev de başka bir kadınla basmasıyla başlıyor. Tepkisi ise şu: 'Günaydın. Bir an önce evimi terk edin hanımefendi.' .. Höng oldum tabi. Ben olsam o yatağa atlar ikisini de gebertirdim. Iıyyy ıyy tüylerim diken diken oldu. Ben olsam olayını geçelim... Gerçi Nazlı'nın da sabrı hödük, odun, alık balık kocasına karşı sabrı, vazonun birinin televiyonun ortasına fırlatmasıyla son bulmuştu. =) Oh, adamın kafasına geleydi bi aslında içimin yağları pek güzel eriyecekti...

Lafın özü daha en baştan tam bir çatlak olduğuna inandığım Nazlı'nın, akıllıca bir harekette bulunup kocasını boşadı. Sonrası ne mi? Sen yarım bıraktığın üniversiteye otuz yaşında başla. (Tebrikler Nazlı) Herkesin aşık olduğu hocayı kendine aşık et. (Alkışlar Nazlı) Sonra git kendinde bir güzel o hocaya aşık ol. (Yoksa akıllanıyor musun Nazlı?)

=)=)=)

Ve böylece ikinci evliliğini de hocası, Barış ile yapar.

Barış'ın bir de kızı var; Peri. Eh, Nazlı'da hamile kalıyor tabi. Ah doğuruyor da; üçüzlerini.

Daha neler neler. Nazlı'nın nazları, çocukların yaramazlıkları, Barış'ın halleri... Tam komedi!

Bu kitabı kahkalarla okumaya başlayıp yine kahkalarla bitireceksiniz.

Bu kitabı okuyun, keyfine varım derim.


13 Mayıs 2015 Çarşamba

30 Yaşındaysanız Hayat Gerçekten Zor / Burçin Çelik (Yorum)

 
  Canınız sıkkın, kafanızı dağıtacak, size neşe verecek bir şeyler okumak ister misiniz? Cevabınız evet mi? Hahh tamam işte bu kitap tam size göre. Neden mi? Hemen anlatayım :)

   Baş karakterimiz Nazlı. Nam0ı diyar (benim ona taktığım isimlerden yalnızca biri) Çatlak Nazlı. Ya sen nasıl bir hatunsun ki kocan seni kendi evinde başka biriyle aldatırken mutfağa geçip kendine kahve yapma özgüvenini edindin. Ya da sen hatunsan biz neyiz? Dimi ama :D Anlayacağınız bizim Nazlı daha ilk dakikalar da öyle bir girdi ki mevzuya ağzım açık okumaya başladım kitabı. Ama onun çatlaklıkları saymakla bitmez. Kocasının aldatması sonucu en akıllıca ilk hareketi onu boşaması oldu. Sonra ne mi yaptı? Üniversiteye geri döndü. Yetmedi herkesin peşinden koştuğu hocasını kendisine aşık etti. Ehh tabi kendide aşık oldu. Gerçi bu adama aşık olunmaz da ne olunur ki. Adam bildiğiniz çikolatalı pasta. Ve biz kadınlar asla çikolatalı pastaya hayır demeyiz.

   Neyse efendim konuyu dağıtmayalım (artık nasıl dağıtmayacaksam) Barış'ın büyük çabaları ve dünya tatlısı Peri sayesinde Nazlı kızımız ikinci kez dünya evine girmeye hak kazandı. Ama hakkını yemeyelim Barış'a az çektirmedi. Barış'ta da sabır varmış hani. Sen bul cillop gibi adamı bir de kendini naza çek. Adının hakkını vermiş kızımız.

   Sanmayın ki kitap evlilikleri ile son buluyor. Tabii ki hayır. Zaten en çok güldüğüm yerlerden birisi de bu bölümlerden sonrasıydı. Nazlı'nın hamileliği, üçüz çocuk doğuracak olması hele ki Barış'ın doğum sırasında düşüp bayılması... Bu satırlar o kadar keyifliydi ki...

   Uzun lafın kısası suratınız da bolca bir sırıtışa sebep olan kitapları sakın es geçmeyin. Hayat onlarla daha kolay ve güzel...

         Alıntı


''Ama çok geçmeden prensi daha iyi tanımaya başlamış Rapunzel… Olmadık yerlerden çıkan kirli çoraplar, kapatılmayan klozet kapakları, egemenliği kaybedilen televizyon kumandası, sürekli açık olan spor kanalları… Derken bulutların üzerindeki yolculukları kaba etlerinin üzerine sertçe düşmeleriyle son buluvermiş.''

12 Mayıs 2015 Salı

Ustam Ve Ben / Elif Şafak ( Yorum)







Kim ne der bilmiyorum ama Elif Şafak’a hayranlığım hiçbir zaman bitmez, her zaman bende aynı duyguyu hissettirir. Araştırma oluşuna ve gerçekten gelenekselin dışında konu başlıklarında yazışına hayranım.

Son kitabı olan ’Ustam ve Ben’i bitirmiş bulunmaktayım. Biraz havada kalan konuların olduğunu düşünsem de bence gayet başarılı bir eserdi. Mimar Sinan ve fil baz Cihan’ın arasında geçenleri anlatan bir roman. Birçok padişah dönemini anlatan bu roman Cihanın gözünden yazılmıştır. Cihan üvey babasından kaçarak bin bir türlü yalanla Osmanlı sarayına sığınmış olup bu arada Mimar Sinan’la tanışmıştır. Osmanlıca kelimelerin fazlaca olmasına rağmen yazma dilini çok beğendim. Olay örgüsü özellikle sonlara doğru heyecan içermeye başlıyor. Mimar Sinan’ın yapmış olduğu köprüler,camiler,hamamlar hakkında en azından yazar ufak bir dipnot yazsaydı bence daha iyi olabilirdir. Bunun dışında roman biraz kurgu olduğundan dolayı Mihrimah ile Cihan’ın aşkı bana pek inandırıcı gelmedi, o yüzden bende pek bir etki yaratmadı, kısacası okumak için okudum o bölümleri. Romanda benim en çok dikkatimi çeken saray dışındaki halkın yaşayışları,sokakları,geçim sıkıntıları hakkında bilgi vermesi güzeldi. Tabii en önemlisi hayvan sevgisi işte o gerçekten romanda ince ince bir nakış gibi işlenmiş. Bir insanın bir hayvan bu kadar sahip çıkması bu kadar onun için önem taşıması gerçekten çok  güzeldi. Yazar bence burada önemli bir konuya parmak basmış, yaratıcılığını kullanmış. Bence bunun meyvesini emin olun almıştır.



Dua etmek ilanı aşk etmektir.Yaradan'a olanı sevdanı açık etmek.
Nedendir açılıvermemiz birdenbire hiç tanımadığımızbir insana?Nedendir dile daha evvel kimselere söylemediklerimizi,başkasına değil de tek ona?Kalbimiz gümüş tepsi içinde ikram edercesine bir yabancıya göstermemize sebep nedir?



3 Mayıs 2015 Pazar

Senli, Merve Akıncı [Kitap Yorumu]


''Bu bir günlük değil, bu senli bir anılar geçidi olacak.''

Gerçekten de öyle. Bu kitap günlük gibi ama bir günlük değil. Nasıl bir yorum yapabilirim bilmiyorum. hiç bu tarz bir kitap okumamıştım. Ve bazı kitaplar anlatılmaz denir ya Senli öyle bir kitap işte. Bambaşka...

Bu anılar geçidi beni derinden etkiledi. Kalbimin okurken ve hala tir tir titrediğini hissediyorum. Üzüldüm, korktum, sevdim, sevildim. Ve çok ama çok şaşırdım. Kitabın sonu beni tam manasıyla ters köşe etti! Yemin ediyorum ki kitap bittiğinde; Senli elimde hala açık vaziyette ağzım o şeklini almış haldeydi! Kırk yıl düşünsem, düşünseniz aklınıza asla gelmeyecek bir sonu vardı. Öyle bir yere bağlamış ki... Of of of!

Merve Akıncı'dan okuduğum ilk kitap bu. İyi ki de okumuşum. Ne yalan söyleyeyim kalemi beklentimin çok üstünde çıktı. Öyle hisli yazmış ki... Wattpad yazarlarına karşı bir ön yargım var ve Merve Akıncı o ön yargıyı kırdı geçti. Merve'yi gönül rahatlığı ile yazar olarak nitelendiririm. 

Senli'yi düşündükçe nefesim kesiliyor arkadaş! Yok böyle bir şey ya... 


Senli bir kitaptı. Bir romandı. Bir şiirdi. Bir günlük, bir defterdi. Ve aslında hiç biri değildi. Senli bambaşka bir şeydi. Senli kesinlikle duygular geçidiydi. Beni benden aldı...
Senli bir insanın başka birini kendinden bile daha çok sevmenin hikayesiydi. 
Karan ve Bahar'dan çok Bahar'ın Karan'a duyduğu aşkın hikayesiydi aslında. 



Aklınız da ve yüreğiniz de yer edecek, soluksuz okuyacağınız bir avuç sayfa...

Kesinlikle ama kesinlikle bu kitabı okuyun... 






Aşkın Ritmi, Kylie Scott [Kitap Yorumu]



Arka kapak yazısını okumak gibi bir alışkanlığım yoktur. Bu sebepten Aşkın Ritmi'ni, Aşkın Müziği'nin devam kitabı sanıyordum. Bir nevi o nitelikte tabi ama Stage Dive grubunun bateristi Mal'ın hikayesini anlatıyordu.

Günümüz aşk türünde çok fazla kitap okumam. Okuduklarımın da çok azının devam kitaplarını elime alırım. Fakat Aşkın Ritmi'ne başlarken beğeneceğime dair en ufak bir şüphem yoktu. Kylie Scott oldukça başarılı bir yazar.

Sürükleyici kurgusu, etkileyici karakterleri ve esprili bir dili var. Romantizmi saymıyorum bile. =)

Çevirisine gelirsek; ben beğendim. Fakat bir yazarın kitaplarını hele de seri ise aynı çevirmenin elinden çıkmasını tercih ederim.

Lafın özü: Bu kitap, bu yazar hayal kırıklığına uğratmıyor. Ateşli ve esprili kalemi ile eminim ki sizi de hayal kırıklığına uğratmayacak.  Baş döndürücü bir hikaye, baş döndürücü bir aşk ve baş döndürücü bir karakter; Mal. Eh daha ne ister insan? Tabi bir de kadın karakterimiz var; Anne. Ama onu düşünmeyelim şimdi. =) 
Mal, seninle her yere gelirim bebeğim. Turneye bile. Anne'de kimmiş? =)

Aşkın Ritmi Anne'nin ağzından anlatılıyor. Anne ve Mal ise Evelyn ile David'in verdiği bir parti de tanışıyorlar. Yani Aşkın Ritmi'nden önce Aşkın Müziği'ni okumanız şart. =) Tanışmalarının ardından yirmi dört saat geçmeden Anne evinde Mal'ı buluyor. Adam taşınmış, yerleş bir de koltuk takımı falan almış. Kırık ya... =)=)=) Anne'de az değil tabi buldu Mal gibi rockçıyı. O gün bir oyun oynamaya başlıyorlar. Görüntü de sevgili olacaklar. Lakin oyunun gerçeğe dönüşmesi çok sürmüyor. İkisinde de o arzu olduktan sonra. Biz en fazla evcilik, doktorculuk oynayalım daha, of of.! =)
Fakat hayat toz pembe değil. İkisininde konuşmaktan kaçındığı, onları üzen ailevi sorunları var. İkilimiz birbirine bağlandıkça açılıyorlar. Açıldıkça mutluluğa adım adım yaklaşıyorlar...
Sonrası mı; mutlu son. 
Bu yazarı okuyun millet. Pişman olmayacaksınız.


1 Mayıs 2015 Cuma

Sevginin Büyüsü, Beth Hoffman [Kitap Yorumu]

Beth Hoffman'ın adını daha önce duymamıştım. Fakat kitabın adı; Sevginin Büyüsü ve ön kapakta yer alan Kristin Hannah'ın övgüsü ile daha çıktığı ilk andan itibaren aklımı çelen bir kitaptı. Okuduktan sonra da kalbimi etkisi altına aldı. Bu yazarın yeni kitaplarını istiyorum...

Yazarın kalemi akıcı çevirisi ise dört dörtlük. Kurgu ise müthişti. Beni benden alan kurgusuydu. Ben duygusal bir insan değildim, neler oluyor? =) Gözlerimin yaşlarla dolduğu anlarda bile kendimi kahkaha atmaktan alamadığım yerler oldu. 


Sevginin Büyüsü ilk sayfasından son sayfasına kadar insanın içine işleyen bir kitaptı. Hayata tutunmanın hikayesiydi bu roman.

Kitap daha on iki yaşında ki Cecelia'nın ağzından anlatılıyor. Yaşı çok küçük olduğu için, bunun beni rahatsız edeceğini kitabın akıcılığını bozacağını düşünmüştüm. Fakat tek bir yer de bile onun yaşının küçüklüğünü hissetmedim. Çünkü yaşadıkları onu oldukça olgunlaştırmış. Hayata bakış açıcı çok farklı yönlerdendi. Hatta bir söz vardır, kitapta da geçen: Hayatın zorluklarını yenip hayatta kalabilen kadınlar daima güçlü ve güzeldir. CeeCee'de böyle bir kız işte. Küçük kadın; güçlü ve güzel. Yaşadığı tüm zorluklara rağmen kalbi tertemiz. 


Onun cesaretini ve karakterinin derinliğini soluksuz okuyacaksınız. Hüzünlenirken bile kitaptan keyif almamak imkansız.

Kitabın konusuna gelecek olursak; Cecelia yıllardır akıl sağlığı yerinden olmayan annesiyle yaşayan bir kızdır. Daha doğrusu küçük yaştan beri annesinin bakımını üstlenmiş. Babası ise sorumluluklarını yerine getirmeyen, iş bahanesiyle şehir şehir gezen bir adam. Hatta başka bir kadınla bile ilişkisi var. CeeCee on iki yaşına geldiğinde annesini kaybeder. Babası da onu hiç tanımadığı büyük teyzesine bırakır. 'Ne baba ama,' dediğinizi duyar gibiyim. Aslında çocuğu için yaptığı tek iyi şeydi belki de.


CeeCee'nin bir yandan babasına olan nefreti, annesinin ölmüş olduğu gerçeğini kabullenememesi... Kaldı ki onun ölümünü isteyen bir kızdı. Çünkü onun ölümü ile bir anlamda özgür kaldı. Bir yandan da hiç bilmediği yer de hiç tanımadığı insanlarla yaşamaya başlaması. Ben on iki yaşında ki Cecelia kadar ne cesaretli olabilirdim ne de dik durabilirdim. CeeCee'ye hayran kalmamak elde değil.

İşte sevginin Büyüsün'de yazar tüm bunları anlatıyor. kitapta geçen dostluğu şekilden şekle giren duygularla okuyorsun. Ben etkisinden hala çıkamadım.  

Tavsiye ederim, okuyun. Beğeneceksiniz. =)




LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...