Sayfalar

30 Kasım 2014 Pazar

Lanetli Kızın Hayaleti / Kendare Blake (Yorum)

   Ne yalan söyleyeyim ilk kitap daha iyiydi. En azından olaylar ve kurgu vardı. Ama ikinci kitap da inanın hiçbir olay yoktu. Yani bu yazarların seri takıntısını da anlamış değilim. Tek kitapta bağlasanıza işe be kardeşim. Niye okuyucuyu kendinizden soğutursunuz. Sonra niye okunmuyor tartışması. Gereksiz ayrıntılar okuyucuyu yoruyor anlayın artık.

   Neyse efenim az sitem ettikten sonra gelelim konuya. İlk kitapta Anna diğer tarafa gitmişti zaten. Ama Cas onun iyi tarafa mı yoksa kötü tarafa mı gittiğini bilmiyordu. İçinde hep ona karşı bir şeyler vardı. Bu hisleri Anna'yı ara ara görmesiyle onun kötü tarafta olduğunu anlaması uzun sürmedi ve bedeli ne olursa olsun onun ruhunuz huzura kavuşturmak için Anna'nın peşine düştü. Biraz sancılı bir kurtarma vakası oldu Cas için. Çünkü Anna'yı kurtarmak öyle kolay olmuyor. Bir kere o ölürse yerine geçirilmesi için eğitilen biri var. Ama Cas onunlada dostluğu kuruyor. Arkadaşlarının ve yerine geçirilmesi için eğitilen Jestine'in yardımıyla Anna'yı kurtarmaya çalışırlar. Tabii karnına açtığı ölümcül bir yara ve büyü yardımı bunun yanında cabası.

   Bu kitabın hayal gücü bence biraz abartılmış. Veya benim yaş seviyem artık bunlara alaylı bakacak
derecede ilerlemiş :D Okurken çokta keyif aldığımı söyleyemem ama seriyi bitirmiş oldum en azından...



                              ALINTILAR


''Bazı şeyler yalnızca insanın kafasında olur bazen.'' (S/92)


''Cevapların insanın aklına daha fazla soru getirdiği doğruydu. Her zaman öğrenecek, keşfedecek ve yapacak daha fazla şey olurdu.'' (S/140)






27 Kasım 2014 Perşembe

İki Hayat Arasında / Jessica Shirvington (Yorum)

   Şunu kesinlikle belirtmeliyim ki bu kitap çok iyi. Yani gerçekten iyi. İlk başlarda kızın kendine yaptıklarından kendi kendime 'tamam bu kız psikopatın önde gideni'. Tamam benim için sıkıntı yoktu çünkü gerilim kitaplarını severim. Ama okudukça insan farklı duygular yaşıyor. Sanki o, sen oluyorsun ve bir yerden sonra ona hak veriyorsun. Deli gözüyle baktığım kıza nasıl mı hak veriyorum? Emin olun siz de olsanız fazlasını düşünürdünüz.

   Ana karakterimiz Sabine. Ve onu iki yaşamı. Her gece tam on iki de diğer hayatına geçiyor. Bir ritüel gibi hiç değişmiyor. Sabine bu geçişe 'Değişim' adını vermiş. Bir hayatında zengin, başarılı bir ailenin kızı. Kendide okulunda başarılı, arkadaşları arasında popüler ve herkesin imrenerek baktığı bir sevgili var Dex. (bu ismi hiç sevemedim nedense).Diğer hayatında ise bambaşka. Aslında o öyle olmayı seçiyor. Madem iki hayatı var yaşamı da farklı olmalı. Bu iki yaşamda fiziki bazı şeylerin kendini diğer yaşamda etkilediğini öğrenmek için bazı testler yapıyor. Kendini kesip biçmek gibi. Hatta ileri bile gidecek dereceye geliyor ama ailesinin onu erken fark etmesiyle her şey değişiyor. (zengin olmayan ailesi) Tam da bu noktada belki onu anlarlar diye her şeyi ailesine anlatıyor ve babası hemen onu hastaneye kaldırtıyor.

   Diğer taraftaki yaşamında ise yaptığı planlar çok farklı. Mezuniyeti yaklaşıyor ve mezuniyet günü verilmiş bir
sözü var. Dex ile yatmak! Bu onun ilki. Dex onu uzun zamandır bekledi ve Sabine ne kadar Dex'e olan duygularının aşk olmadığını bilse de onun kendine uygun olduğundan emin.

   İki hayat arasında belirli çıkmazlara girdiği anda Ethan onun hayatına giriyor. Hemde yatırıldığı klinikte. Ethan onunla ilgilenecek olan hemşire. Sabine, Ethan'a ilgisi olduğunu anladığında tek çaresi vardı Ethan'ı inandırmak. Tabii bunu Ethan'ın yöntemiyle yapacaktı. Zamanla birbirlerine olan bağları gittikçe güçleniyordu ama Sabin'in bilmediği ve bilmesi gerektiği bir şey vardı. Kitabın en iç sızlatan hikayesi de burası aslında ama bunu yazmak istemiyorum. Yoksa ne anlamı kalır dimi ama...

   Yalnız şunu söyleyeyim kitapta bir çok can alıcı yerleri anlatmadım. Lakin sonu hem canınızı yakıyor, hem sizi gülümsetiyor. Bence bu kitap kesinlikle film olmalı...

      ALINTILAR


''Her şeyden çok bunu düşünmemeye çalışsam da hangi hayatı tercih ettiğimi biliyordum. Ve her gece Külkedisi gibi, bir hayattan diğerine geçtiğimde, çok küçük ama belirli bir parçam ölüyor.''


''Başka bir dil bilmenin çok büyük bir avantaj olduğunu söyledi. İnsanın bu yeteneğe sahip olduktan sonra bunu istediği her yere götürebileceğini.' Uzağa doğru baktım.. Garson haklıydı. Diller her yere gidebilirdi.'' (S/116)

''Ama sadece ilerleyip hayata devam etmek korkutucu olduğu için bir şeylere tutunmanın hiç bir anlamı yok. Sanırım insanlar ilerlediklerinde nadiren geriye bakıyorlar. Sadece doğru zamanı bilmek gerek.'' (S/117)


''Sana güveniyorum.'' Eğer kelimeler can yakabilseydi... Bunlar canımı yaktılar. (S/211)


''Sadece başkaları bizi gördüğü için varız. Varlığımın bir parçası...'' yutkundu, ''... önemli bir parçası, sadece sen burada onu gördüğün için var.'' (S/255)


''Bazı şeyler o kadar gerçek ki onları iliklerine kadar hissedersin. Nereye gittiğinin bir önemi yoktur, Seninle gelirler. Her yere.'' (S/255)



25 Kasım 2014 Salı

Erken Rüya Zamanlar / Fatma Erdek [Kitap Yorumu]


Böylece bir Fatma Erdek romanı daha bitti...
Fatma Erdek çoğu kişi için Melekler Zamanı demektir. Benim içinse Kara Kış Beyaz Düş'tür. Sizin içinse Erken Rüya Zamanlar olabilir. ;))

Fatma Erdek okuyanların favorisi farklı farklıdır ama daha bir kişi çıkıp da kötü dememiştir, diyemez. Çünkü yazarımız çok çok iyi yazıyor. 

Bu kitabında da yine döktürmüş... Imm mmm.. :)):)):))


Hepsi birbirinden değerli, çok fazla Türk yazarımız. Kimi aşk romanı yazıyor, kimi siyaset hatta fantastik. Fakat edebi alanda içinde duygusallığın hatta ailevi bağlarında bulunduğu romanlar denilince o başarı betimlemeleriyle akla ilk gelenler Elif Şafak, Ayşe Kulin olur ya... Fatma Erdek'te benim için o katagoride işte.

Fatma Erdek kitaplarında Türkçe'sini konuşturuyor, üstelik kalbinden geldiği şekilde... Eee o kurduğu cümlelerden de başarılı bir kurgu ortaya çıkmış. Yine ve yeniden. [Yeni kitabı ne zaman çıkar ki? :))]

***

Erken Rüya Zamanlar; Nehir ile Eser'in hikayesi. Aslında zengin kız, fakir oğlan hikayesi bir yerde: Nehir'in babası gazete sahibidir. Eser ise polis muhabiri... Eser, Nehir'lerin gazetesinde işe girdiği gün tanışmaları bir çarpışmayla başlar. [Bana çarpanlar nedense hep hödük oldu, bu hikayenin de sadece kitaplarda var olduğuna inanmaya başladım.] Birbirlerine aşık olmaları içinse çok zaman geçmesi gerekmez. Fakat sevgili Eser'imiz fakir ya, bir de erkek ya kendini ezikliyor tabi... [Eee kusura bakmayın ama her erkek biraz zalaktır.] Bu yüzden de her işe koşturuyor; savaş muhabirliği de dahil! Savaşa gittiğinde ardında kalan da Nehir oluyor tabi. 
Nehir... Öyle aşık ki Eser'e... Ama onun öyle bir arkadaşı var ki, Şule diye... Ah, o Şule'den nefret, nefret, nefret ediyorum! NEFRET EDİYORUM! Eser'e o da aşık, aslında aşıktan ziyade Nehir'i kıskanıyor. Nasıl dostsa artık... Eser gider gitmez, kızın kafasına giriyor. Nehir'de safoş, orada ölmesini beklemek istemiyor arıyor Eser'i ayrılmak için. Ayrılıyor da ama tam o anda, boom! Eser'le arkadaşı üzerinde bomba patlıyor... [Şok olmuştum...]

O olaydan sonra aradan yıllar geçiyor... Eser'le ilk tanıştığında üniversiteli olan Nehir artık otuz iki yaşında...

Tekrardan bir araya gelmelerini ise Nehir'in babasına borçluyuz. Öyle şeker adam ki... Okuyup görmelisini. ;))

Erken Rüya Zamanlar'ı ağlaya ağlaya okudum, kıkırdayarak bitirdim... 

Tavsiye ederim... 


24 Kasım 2014 Pazartesi

Gündüzsefası / Sarah Jio [Kitap Yorumu]


Gözyaşları içinde bir Sarah Jio romanı daha bitirdim işte. Tek kötü tarafı ise Sarah Jio'nun kitaplarının bu kadar çabuk okunup, bitmesi. Nefes dahi almadan, soluksuz okuyorsun. Her kitabı gibi Gündüzsefası'da sürekleyici bir romandı.
Ve ondan çok daha fazlası: Baş döndürücü, şaşırtıcı, yaratıcı...
Kısacası etkisinden uzun bir süre kurtulamayacağınız bir kitap; Gündüzsefası.

Konusuna değinmeden önce en başta şunu belirtmeliyim; bu kitaba uygun daha iyi bir isim olamazdı. Gündüzsefası sadece gündüzleri, ışıkta açan bir çiçek. Kitabın kurgusu ise çektiği acılar ile karanlıkta kalmış birinin aydınlığı bulmasını anlatıyor. 

''Acı ne kadar derinde olsa da zamanla tüm çiçekler güneşe döner yüzünü.''

Sarah Jio gene alıştığımız o bilindik tarzında kalemini konuşturmuş. İki karakterimiz var ve iki ayrı zaman dilimi. Şimdi ve elli yıl öncesi...

Ada, eşini ve kızını kaybettikten sonra deprosyondadır. Kendini toparlamak için, Seattle'da ki Union Gölü üzerinde yüzen bir ev kiralar. [Bende yüzen ev istiyorum!] (Eve ilk girişinde, kapının önünde dizlerinin üstüne kapaklanıp öyle bir ağlayışı vardı ki... Yazar öyle bir yansıtmış ki; tüylerim diken diken olmuştu. Yüreğim parçalandı resmen) O evde eski bir sandık bulur ve sandığın sahibi Penny ile ilgili hiç kimse konuşmak istememektedir. Tekneler Sitesi sakinlerinin elli yıl önce ettiği bir yemin vardır çünkü.
Fakat Ada onun geçmişine adım attıkça, kendi geleceğini de örmeye başlar...

1950'lerin genç ve güzel Penny'si ise kendinden yirmi yaş büyük, yakışıklı ressam Dex ile evlidir. Dex'in karakteri romanı okuyan herkes için yoruma açık olsa da benim gözümde rezil herifin teki. 
Penny aslında eşinden yalnız yaşayan biri. Tek hissettiği şey ise içini kemiren acı.
O yalnızlığının çaresi ise Collin olacak. :)) 

Her an yanında olan kişi ile, bir günlük aşk mı? Yoksa hiç bir zaman elini dahi tutamayacağın bir adamla ömürlük bir aşk mı?

Çok zor bir soru değil mi?

Penny ile Collin... birbirlerini kaybediyorlar. Öyle olaylar oluyor ki; 'kurgu müthiş,' dedim. 

On bir yıl sonra, Collin ölmeden bir gün önce karşılaştıklarında ise onların geçmişi ile Ada'nın geleceğini nasıl örülmüş olduğunu hayretle okuyacaksınız.

Ben bu kitabı çok sevdim. Tavsiye ederim, okuyun. :))


22 Kasım 2014 Cumartesi

Kağıt Kesikleri / İclal Aydın (Yorum)

   İnsanı insan yapan en büyük eylemlerdendir acı. İclal Aydın'da kitabında acıyı konu almış. Ama çok farklı acılardan değinmiş yaralarımıza. O yaralar ve yaraların nasıl can acıttığına. Belirli örnekle, hikayelere değinerek anlatmış acıyı. 
   
   En çok beni etkileyenlerden biri de Shophie'nin Seçimi adlı filminden bir bölümdü. Shophie, Nazi albayın emriyle kazanda yanan ateşe çocuklarının birini atmalıdır. Hangisi olduğuna karar vermek zorunda yoksa albay her iki çocuğu da kazana atacaktır. Bir anne nasıl böyle bir tercih yapabilir? Yapılmaya mecbur bırakılabilir aklım almıyor. Tam albayın her iki çocuğu kazana atın emrini verirken Shophie askerleri durdurur ve kucağındaki küçük kızını kazana atmalarını söyler. Hayatta kalan beş yaşlarındaki oğlu olur. O an ne hissetti de kızını verdi? kitap boyunca düşündüm bunu, ama bir cevap bulamadım.
  
   Kitap birçok hikaye kesitleri ile dolu ve hepsinin ortak tek noktaları acı. Kitabı okurken
öyle yoruldum ki anlatamam. Neden mi? Bana hissettirdiklerinde. Tekrar tekrar okuduğum satırlarından. Duyguların yoğunluğunda…
  
   Kitapta bahsi geçen birçok kitap ismi ve filmler var. Kitapları okunacaklar listeme ekledim bile. Filmleri de en kısa zamanda izleyeceğim..
  
   Kitapta altı çizili o kadar yer var ki.. Hatta tüm kitabın satırları ayrı bir his..Bu yüzden sadece bazılarını paylaşacağım sizinle... 

''Acıda eşitlenir insan.''  

''Kendine acımasız olmakla kendine çok acımak arasında hiçbir fark olmadığını fark ettim birden.'' 

''Oysa başkalarının acısıyla da öğreniyormuş insan hayatı ve öğrenmenin sonu hiç okmuş...'' 

''Nedense insan hep en son ve en çok sevilen olmak istiyor.'' 

''Sevgi tercih kabul etmiyor.''  

''Kendin olmak meselesini safsataya çevirenler, kendi bahçelerinde dal olmamışken benim bahçemde ağaçlık taslıyor gibi gelirler bana.''  

''Kimi sözler tıpkı kimi uykular gibi susmayı gerektiriyor.'' 

''Hepinizi rüyalarınızdaki cennetten, dizleriniz de ki yara izinden, dilinizdeki zehirden ve gülüşünüz de ki masumiyetten tanıyorum…’’






20 Kasım 2014 Perşembe

Umut (Hayat Akan Bir Sudur) / Ayşe Kulin (Yorum)

 
  Ayşe Kulin'in yazmış olduğu Veda (Esir Şehirde Bir Konak) kitabının devamı olan Umut, en az Veda kadar güzel bir kitap. Kitap dil bakımından eski kelimeleri barındırsa da sadeliğini korumuş. Akıcı bir üsluba sahip. Beni ilk başlarda biraz zorlayan sadece isimler oldu. Yeni karakterler. Okuyanlar bilirler, kitapta bir hayli fazla karakter var. Haliyle hepsini bir anda hafızada tutmak zor oluyor.
  İlk kitap Veda'da Ahmet Reşat'ın sürgünüyle sona ermişti. Bu kitapta nihayet Ahmet Reşat ailesine kavuşuyor. Tabii biraz sancılı zamanlardan sonra. Tabii her şey ilk zamanlarda bıraktığı gibi değil. Bir hayli değişmiş. Kendide zamanla bu değişimlerin bir çoğuna ayak uydurmaya çalışıyor. Evde her zaman ki şamatalar yerini koruyor ama. Hep sevmişimdir kalabalık aileleri. Bizim ailede kalabalıktır ama herkesin evi, düzeni ayrı. Ama Ahmet Reşat'ın öylemi. Damatlar iç güvey.İki ayrı büyükanne. Düşünün artık. Büyükanne demişken; Saraylıhanım ve Neyir Hnım'ın kapışmalarını okurken çok güldüm. Hele Saraylıhanım'ın hırsız deyip Neyir Hanım'ı merdivenden itmesini okurken kahkahalar attım. Ama Sbahat'e de çok üzüldüm. Neden mi? Ermeni sevmek o devirde suç. Sabahat'e Ermeni olan Aram'a aşık. Bunu öğrenince Ahmet Reşat aldı tabancayı canına kıyacak. Yaaa!!! Hiç olur şey mi? Allah'tan damadı yetişti de ucuz kurtuldu. Tabii olan Sabahat'e oldu. Aram'dan ayrı ve uzak yaşamak zorunda kaldı. Ama madem onunla evlenemiyorum, kimseye de evlenmem o zaman dedi, gül gibi kız. Ahmet Reşat cephesinde en çok beni ters köşe eden olay Mahir'in ölümüydü. Yazar şak diye neden öldürdü o adamı bilmem.

  Gelelim Zeki Salih Beylere.. O da ailesiyle evini, yerini yurdunu bırakıp göç eden ailelerden. Ama o kolay
kolay alışamamış o günün şartlarına. Çok zorlanmış. Boşnak adetlerini öyle bir çırpıda atamamış üstünden. Onunda kendince kalabalık bir ailesi mevcut. Kızları, oğulları ve kitabın sonunda karısını aldattığını öğrendiğimiz damadı. (pislik herif!)

  Bu iki ailenin hayatlarının hikayenin neresinde kesiseceklerini gerçekten merek ediyordum ki solsun Reşat Bey'in torunu Sitare (ölen Mahir'in kızı) beni bu konuda aydınlattı. Salih Bey'in kimseyi beğenmez mühendis oğlu Muhittin bir görüşte aşık oldu kıza. Eh onlarda erdi muradına ne diyelim.

Kitabın sonuna doğru Atütk'ün öldüğü döneme ait bir bölüm de yer verilmişti. En çok o bölümü sevdim. Neden mi? Ölüm zamanı da olsa Atatürk'ten birşeyler okumak insana geçmişiyle ilgili değerlerini daha çok hatırlatıyor.

                  Alıntılar

''Biz koca bir ömrü beklemeye adamış insanlarız'' s/289

''Belki birlikte değiliz, yan yana değiliz ama aynı gökyüzünü görüyoruz...'' s/292

''-Hangi dünyada yaşıyorsun sen Muho?
-Temiz bir dünyada yaşamaya çalışıyorum abi.
 -Ama yaşadığın dünya pis!
 -Maalesef!''s/314

''-Bu ne Sitare
-Makarnaların piştiğini anlamak için, bir makarnayı duvara fırlat, yapışıyorsa makarna pişmiştir, dediler.
-Kim dedi?-Azra -Sitare, sen tencereyi olduğu gibi duvara çalmışsın.'' s/362 (Aman siz bunu denemeyin :)) 

''Kızım, bu gün gördüğün Fransız, İngiliz, İtalyan ve Yunan bayrakları, ben Ankara'ya ilk geldiğimde istasyon binasında asılıydılar. Ağlama, bak, o bayrakların yerine bizim bayrağımızı asan adamı, bugün düşmanları bile nasıl saygıyla, sevgiyle teşyi ediyorlar. Ağlama, iftihar et!''



16 Kasım 2014 Pazar

Tatlı Sır / Jamie McGuire [Kitap Yorumu]



Tatlı Sır'ı şuan okumayı bitirdim. Ve kelimenin tam manasıyla şok yaşıyorum. Ufak çaplı bir şaşırma anı falan değil; şok. Şok! Şok!

...
Bu kitabı okumaya başlamadan önce, iki defa düşünmedim bile. Maddox kardeşler dendi mi bir durur; 'ah' çekerim zaten. :)) Üstelik bu kitap Maddox ismini duymadan önce kapağı ile beni kendine aşık etmişti bile. Daha önce de yazarın kaleminden çıkmış altı kitap okumuşum, memnun kalmışım; Tatlı Sır'ı da okumam mı hiç? :))

Gelelim kitabın konusuna. Ama uyarmadı demeyin; bol spoili bir yorum bu.
Tatlı Sır; Cami ile Trenton Maddox'un hikayesini anlatıyor. Zaman dilimi ise Travis'in Abby ile tanışmasından biraz öncesi ile evlendikleri vakte kadar olan zaman dilimi.

''Bir gün gelecek seninle evleneceğim.''
Gülümsedim. ''Domuzlar uçabildiğinde.''
Omuzunu silkti. ''Pekala, bir domuzu uçağa bindirebilirim.''
''Peki. Tanga giyip babanın önünde bir Britnay Spears şarkısı eşliğinde dans ettiğin gün. İşte o zaman seninle evleneceğim.''
Uzun, derin bir nefes aldı ve içine çekti. ''Meydan okuman kabul edilmiştir.''

Cami, barda çalışan bir üniversite öğrencisi. California'da işini her şeyin üstünde gören T.J isminde bir de sevgili var. Üstelik onu gerçekten seviyor. Cami karakter bakımında da güçlü bir kız. Hatta bildiğin erkek fatma. :)) Abby'den o kadar farklı bir karakter yaratmış ki yazar inanamadım. Tabi Cami bir yer de bencilin teki aslında... [Nedeni aşağıda, yorumumu okumaya devam]
Trenton ise... Hahaha; tek cümle yeter onu anlatmaya. O bir Maddox erkeği. Her Maddox erkeği gibi o bir kral. Tüm kadınlar onun peşinde. Ama bilirsiniz; 'bir Maddox erkeğii, aşık olduğunda bu sonsuza dek sürerdi; aşık olduğu kız, alt üst olmuş dünyasını tamamen yıkabilecek biri olsa bile.'

Ve Trenton'un hayatı bir kaza sonucu alt üst olmuştu zaten. Kaza da yanındaki kız arkadaşı ölüyor. Herkes bundan Trenton'unu suçluyor. Kendisi de dahil. Okulu bırakıp, babasının yaşında yaşamaya başlıyor, bir dövmeci dükkanında çalışıyor. Ve aylar sonra bir bar da Cami ile karşılaşıyor.

Dört tane erkek kardeşe sahip Cami, Trenton'la başlayan arkadaşlığını idare edebileceğini düşünüyor...

Ah, ama çok yanıldın bebeğim. O bir Maddox! Maddox! :))

Arkadaşlıkları kısa sürede aşka dönüşüyor... Dönüşüyor dönüşmesine de... Trenton ona aşkını ilan ettikten sonra kendini T.J'nin yatağında buluyor. Salak!
Üstelik T.J.'nin kim olduğunu da biliyormuş. Bunu T.J'nin de isteği ile Trenton'dan saklıyor... Biz bunu en sonunda öğreniyoruz...

O kim mi? T.J; Thomas James Maddox!!!

•ŞOK ŞOK ŞOK•

[Biz bir Maddox bulamazken, o ikisi ile beraber oluyor ya! Ayar oldum Cami'ye. Ayar! Allam Allam... ]

Ya sonra gel de bu kitabı beğenmemek gibi bir lüksünün olmasını bekle. Kitap müthişti yahu... :)):))

Canı gönülden tavsiye ederim.




14 Kasım 2014 Cuma

Aşk Kanatları / Güneş Demirel [Kitap Yorumu]

Güzeeel...:))
Çok içten bir kitaptı...

Güneş Demirel'den de bu beklenirdi zaten. Yazarın kalemine hayran olanlardanım... Kitabın güzel bir kurgusu vardı, edebi yönünü de abartmamış yazar. Hafif, akıcı bir romandı. Kitabın devamını sürekli merak ettiğinden elinden bırakmakta mümkün olmuyor.

Kitap 2011 yılı ile başlıyor... 2003'e dönüp arada kalan sekiz yılı anlatıyor bize... Kitap bittiğinde ise 2012 yılındayız... Ben özellikle 2003 yılında karakterlerimizin haline kıkırdayı durdum. Tabi duygusal bir roman; Aşk Kanatları. Belki salya sümük ağlamıyorsun ama onların acısını, bir olamamalarını yürekten hissediyorsun. 

Aslında onların ilişkisini şöyle tanımlayabilirim; kırık dökük aşk kanatları... 

''Zaman geçip gidiyordu, evler değişiyor, yüzler değişiyordu. Ancak aşk hep aynı yerde bekliyordu. Bazen sessizce... Bazen hınca hınç... Ama hep aynı yerde bir olmayı bekliyordu.''
Yalnız benim çok çok sinir olduğum yerler vardı. Arada bir Kerem'i gebertmek istesem de, asıl her daim o Bade'yi boğmak istedim! Boğmak! 
Hiç bir şekilde Kerem'e güvenemiyor. Sürekli bir kaçış halinde. Tamam Kerem'in de hataları var. Kimisi belki hiç affetmez, yıllarca beklemez. Fakat artık birinden birini öldürme aşamasına gelmiştim. :)):)) 

Bu kitapta; onların aşık oluşlarını, beraber olamayışlarını ama her daim birbirlerine kıymet verdiklerini okuyorsunuz.


''Sevişmek sadece şaha kalkan arzuları, hasreti dindirir. Oysa tek vücut olmak yenilenmektir. Aşkın üstüne taze nefes vermektir.''

Konuya çok fazla girmek istemiyorum. Bu tür aşk romanlarında konuyu anlatmak, yorumlamak bana tüm kitabı vermek gibi geliyor... Kısaca; ben bu kitabı tavsiye ederim.
Yazarın öyle cümleleri vardı ki beni benden alan, siz de okuyun görün derim. :))

ALINTILAR•

''Aşk, yaşayana sadece en özel duygular ondaymış gibi hissettirir.''


''Biz insanlar öyle tuhafız ki, bazen içten bir tebessümde buluruz hayatın tadını, bazen içli bir damla göz yaşında... Bazen mutluluğun parayla eş değer olduğunu düşünürüz, bazen de bir hastane kapısı, ya da bir çocuk bakışı yeter mutluluğu nerede aramamız gerektiğine.''


''Yıllar geçmesine rağmen kalp hala aynı ismi fısıldıyorsa, parmaklarına kenetlenmiş eli sımsıkı tutmaktan başka yapacak ne var?''




12 Kasım 2014 Çarşamba

Hiçliğin Kıyısında / J.A. Redmerski [Kitap Yorumu]



Ama... Bu kitap çok iyiydi!.. 
Bu kitap bir bomba!
Bu kitap bir suçlu -> Elime aldım ilk gün... Bırakamadım. O gün eşim işten geldi akşam yemeği olarak yumurta yedi(k). Kitaba kaptırmışım kendimi, yemek yapmak aklıma bile gelmemiş ki. :)) [Şiiiitt ;-)] Zaten ondan sonra da yavaşla ceren yavaşla diye diye okudum. Hemen bitecek yoksa. Ve bitti de zaten.

Serinin ikinci kitabını istiyorum yaa! İs-ti-yo-rum!


Kitabın güzel olduğunu okuduğum yorumlardan biliyordum zaten. Fakat sıradan bir aşk hikayesin okuyacağımı sanıyordum ben. Ama öyle farklı var ki kitapta; vayss dedim. Vayss! Hele o karakterler! Aman Tanrım! Muhteşem bir romandı bu. Yazarın kalemini çok ama çok beğendim. Karakterler öyle gerçekçi, kendinden emin ve  farklılar ki... 

Kitabın arka kapağında yazı bir var, şuan ki halime cuk oturmuş; ''Hiçliğin Kıyısında mı? 'Muhteşemliğin Kıyısı'na ne dersiniz? Çünkü şu an tam olarak bu durumdayım.'' Aynen canım. Ben de tam olarak bu durumdayım işte. :))

Allah'ım kitabı baştan sona bir daha okumak istiyorum fakat kitabı annem kaptı, o okuyacak.:))

*

Gelelim spoili kısma ;)) 

Kitap dönüşümlü olarak Camryn ve Andrew'in ağzından. Fakat geriye dönüşlü anlatmadığından kesinlikle sıkmıyor. Ben de buna çok dikkat ederim, aynı şeyi peşpeşe iki defa okumak sıkıyor çünkü. Bunda böyle bir durum yoktu. 
Andrew'de, Camryn'de duygularını göstermeden yaşayan kişiler. Andrew, bunun erkekliğe ters olduğunu öğrenerek yetiştirilmiş. Camryn ise yetiştirmekten ziyade buna zorlanmış... Bu özelliklerinin sonucunda Andrew ölüm döşeğindeki babasının ziyaretine uzun bir yolculuğu otobüsle yapmayı tercih ediyor. Camryn ise sadece bir bilet alıyor... İkisi de kaçıyor aslında. İlk tanışmaları ise otobüste :))
Tanışıyorlar, kaynaşıyorlar, arkadaş olup dertleşiyorlar... Fakat hala kendi duygularından kaçmaya devam ediyorlar... Fakat birbirlerine de bağlanmaya başlıyorlar, en sonunda atlıyorlar arabalarına hiçliğe doğru yol alıyorlar. Nereye gitmek isterlerse oraya... 

Onlar sadece birbirlerini değil, bu yolculukta kendilerini de keşfediyorlar.
Andrew, Camryn'e kimseye bağlı kalmadan, içinden geldiği gibi yaşamayı ve arzularına teslim olmayı öğretir... Fakat Andrew'in de öyle karanlık bir sırrı vardır ki beni gözyaşlarına boğdu. Ve bu sır kitabın en sonunda ortaya çıkıyor. Ben tamam artık dedim. Sayfa kalmadı bu kitap böyle bitecek. Bu muhteşem kitap böyle bitecek. Kitabı tuttum fırlatacam, ramak kaldı... Son bölümde, son iki sayfa da öyle bir oh çekmişim ki anlatamam. 

Kitabı anlatmaya kelimelerim yetmiyor şuan. Bu kitabı okuyun ama lütfen Andrew'ime sulanmayın!

•ALINTILAR•

''Depresyon acının en saf haliydi ve herhangi bir şey hissedebilmek için bir şey yapmaya hazırdım. Her türlü hisse razıydım. Acı insanın canını yakıyordu, ama başka hiçbir şey hissedemeyecek kadar acı çekmek, delireceğinizi sanmaya başladığınız noktaydı.''


''Önemli olan ne giydiğin değil.'' dedi, ''önemli olan, onlar üzerindeyken nereye gittiğin, neler yaptığın.''


''Acı, acıdır güzeli. Birinin sorununun diğerininkinden daha az sarsıcı olması, o kişinin daha az acı çekmesini gerektirmez.''


''Ben yaşadığımı tekrar hissetmekten bahsetmedim, Andrew, bunu bana ilk kez hissettirdiğin için teşekkür ettim.''












9 Kasım 2014 Pazar

Canım Köpeğim / W. Bruce Cameron



Gerilim romanına başlamayı düşünüp kitaplığımın başına gidiyorum, 'Canım Köpeğim' kitabını alıp okumaya başlıyorum.
Ne tezat ama...
Ama...




Kitabı öyle çok beğendim ki! Sıcacık bir romandı. Okurken kitabı kapatıp kapatıp kapağına baktım. Kapaktaki köpek çoook şeker. Agucuk gugucuk diye garip garip seslerde çıkarmışım sanırım, eşim benle iki gündür dalga geçiyor. [Aman, hıh!] :)):))
Bir köpek annesi olarak hayvanları seviyorum. Onlarla ilgili kitapları okumayı da seviyorum. Elimde değil.
Canım Köpeğim bu yazarın kaleminden okuduğum üçüncü kitap. Gene elimden düşürmeden okudum. Yazarın kalemi akıcı. sevgi dolu... :)) İçten. Fakat bu roman okuduğum diğer iki kitabından daha farklıydı. Bir kere anlatım köpeğin değil, insanın (Josh) ağzından. Ve bir köpeğin varlığını bulma serüvenini değil, daha önce hiç köpek sahibi olmamış birinin yaşam amacını bulma serüvenini anlatıyor.

Kitap Josh ve mucizevi eseri sahip olmak zorunda kaldığı köpekleri çerçevesinde dönüyor. Josh sevgilisi tarafından başka biri için terk edilmiş olsa da onun fotoğraflarından şöminenin rafında resmen bir mabet kurmuş, ezik ezik yaşayan biri. [Salak :-X] Bir gün içerken dertleştiği biri kapısına bir köpekle geliyor... Lucy. Bir kaç günlüğüne bakmasını rica ediyor. Tabi bırak köpeğin dişi olduğunu hamile olduğunu bile söylemiyor... Böylece hiç köpek sahibi olmamış Josh'ımız, hamile bir köpekle baş başa kalıyor... Ah Lucy doğuruyor... Olaylar olaylar -size spoi yok... Ama ne olaylar. ;-)
Bir evde Josh, Lucy ve beş yavru! Beş!!! Üstelik biri doğuştan kör!!!
Ayyyyy muhteşem bir şey! Muh-te-şem!!! Kendi biricik köpeğime sadece sarılmak bile sıcacık bir duyguyken altı köpeğe sarılmak nasıl olur hayal dahi edemiyorum. Çok kıskandım seni Josh. :)):))

Josh çok zorluk çekiyor. Fakat zaman geçtikçe onlara bağlanıyor da. Bırakmak istemiyor... Hangi ''İNSAN'' bir hayvanın sevgisini kabul etmez, onu sevmez ki zaten?
İş yavruları yuvalandırmaya gelince ve Lucy'nin gerçek sahibi ortaya çıkınca hüzünlü bir hal alsa da... Kitabın öğütleyici bir yanı da vardı. Sonuçta kitap herkes için mutlu bir sonla bitiyor.

Bu sıcacık kitabı okumalısınız millet. Tavsiye ederim.


5 Kasım 2014 Çarşamba

Uzak Kıyılar, Kristin Hannah [Kitap Yorumu]


Kristin Hannah benim için favori yazarlarım arasındaki kraliçedir. Sırasıyla çıkan ilk üç kitabını okuduktan sonra, kitaplarını satın alırken arka kapak yazılarını okuma gereği bile duymadım.

Her defasında kitaplarını çok beğendim diye yorumlar yaptım. Tek bir kitabına kötü demedim, kötü denmeyi de hak etmezdi zaten. Haksızlık olurdu. Hannah öyle içten yazıyor ki. Okurken kala kalıyorsun... Muhahakak o kitap sana bir şeyler katıyor... Hayatın bir parçasının daha farkına varıyorsun... Hemde salya sümük ağlaya ağlaya.
Fakat benim için Uzak Kıyılar kitabı diğerlerinden tam ters yöne ayrıldı. Bu kitaba da kötü demiyorum. Asla da diyemem. Yazarın kalemi gene muhteşemdi. Fakat bir dramdan çok kendini bulma hikayesiydi. Anne ile çocukları, kız kardeş arası ilişkileri değil, bir insanın hayattan beklentilerinin 'kalmamasını' anlatan romandı bu. Ve bu romanda beni asıl şaşırtan karakterleri sevememiş olmam. 

Birdy ile Jack'in yolları ayrılmalıydı. 
Kitabın sonunda 'tartışma konuları' diye bir bölüm var. Ben oradaki her soruya kitapta olandan ters cevap verdim.
Hele de Jack'e hiç ısınamadım. Nefret ettim adamdan. [SPOİ ->] Adam elli kusür yaşına gelmiş hala ünlü olmak derdinde... Şöhret ve şehvet derdinde. Karısını aldatıp duruyor... Nasıl seversin ki bu adamı? Elizabeth'de affediyo. Tamam aşıksın, çocuklarınız var. Yalnızlıktan korkuyorsun... Fakat yirmi kusür yıl sonra onu terk etme cesareti gösteriyorsun. Bir şeyleri başarma çabasına girişiyorsun... Ama çabaladıkça bir yandan birşeyleri başarıkça bir yandan da onu ne kadar sevdiğini hatırlıyorsun. Hoba gene mutlu mesut beraberler, kitap bitti...

Gel de sinir olma.. Hoş benim için Jack kendi kızı yaşında biriyle aynı yatağa girdiği an bitmişti ya o kitap...

Neyse...

Şimdi deli gibi Hannah'ın yeni çıkan 'Yaz Rüzgarı' kitabını alıp, okumak istiyorum. Hannah'ı gene Hannah paklar... Az ağlamak istiyorum... *_*



LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...