Aslında benim için tek bir kelime yeter tüm kitabı anlatmaya; olağanüstüydü!
Günümüz ile geçmişi kusursuzca harmanlamış yazar. En sevdiğim türlerden biri epik fantastikse bir diğeri de bu; ailevi-dram. Hayata dair; her an kendimden bir parça bulabileceğim sayfalar arasında soluksuz gezindim. Kendimi kaptırmışım... Heyecan, hüzün, sevgi hatta dehşeti hissettim ben bu kitabı okurken.
Deniz fenerine sığınan iki kadının hikayesi gibi başlıyor her şey fakat Deniz Feneri Koyu'nda yazar öyle noktalara değinmiş ve her birini öyle gerçekçi ve dolu dolu anlatmış ki yazar! Dostluk, aşk, kardeşlik bağları... Bu bağlar birbirinden ne kadar uzaklaşsa da hiç kopmamış ve kopmayacak olmasının gerçeği.
Deniz Feneri Koyu; farklı yüz yılar da yaşamış iki kadının hikayesi...
Kitapta 1901 yılını Isabella'nın ağzından, 2011'i ise iki kız kardeşin; Libby ve Juliet'in ağzından okuyoruz.
Arada yüz yıl var ama bölüm geçişlerin de bir kez olsun kopukluk yaşamıyorsun. Kimberley Freeman, kafasında yarattığı kurguyu çok başarılı bir şekilde kağıda dökmüş.
1901 yılında zaman ve keder iyi niyetini tüketmiş bir kadındır Isabella. Çocuğunu kaybetmiş bir anne, cenazesine bile gitmesine yas tutmasına izin verilmemiş bir kadındır. O çok zengin kocası ve kocasının ailesi yüzünden, kendisi olmaktan çıkmış bir anlam da o ailenin gelini yerine malları olmuş. Öyle iğrenç bir adam ki Arthur! Midemi bulandırdı!
Kitap gemi de başlıyor... Isabella ve Arthur'un gemi de olmalarının sebebi ise kraliçe için yaptıkları parlamento asası. Arthur ve Isabella'nın babası kuyumcu. Asa da Arthur Winterbourne tarafından tasarlanıyor. Tasarladıkları arasında en değerli parça da bu asaymış. Arthur, asanın çalınmasından korktuğu için yanına Isabella'yı da alıp asa ile Sidney'e doğru yola çıkıyor. Fakat Isabella'nın aklında ki; Sidney'e vardıklarında kendini kaybettirmektir. Kaçıp, aşksız evlilikten kurtulmak, New York'da ki kardeşinin yanına sığınmak ister.
Kader... Gemi batar; tek kurtulan ise Isabella olur. Yanında asa ile birlikte üstelik. Fakat öyle bir yer vardı ki; Arthur'un öleceğini anladığı... Kendisi ile birlikte Isabella'yı da derinlere çekmek istedi, onu da öldürecekti! [Hayatta böyle iğrenç insanlar da var işte.] Neyse... Isabella küçük bir kasaba da deniz feneri ve onun bekçisine sığınır. :)) Mattheww; hayatta böyle erkekler de var mı bilmiyorum ama ona Isabella ile birlikte bende aşık oldum. O, o koyda aşkı ve özgürlüğü tatsa da kocasının ailesinin de asanın peşine düşeceğinin farkındadır. Nitekim öyle de oluyor...
2011 yılını ise Libby'nin ağzından okumaya başlıyoruz. Libby on iki yıldır sevdiği adamın; Mark'ın ölümünün yasını tutmaktadır. Fakat adamın yasını tutan bir karısı ile çocukları da var...
Mark bir Winterbourne'dür. Isabella ise Deniz Feneri Koyu'ndan doğup, büyümüştür.
Onun ölümünden sonra yirmi yıldır dönmeyeceğini söylediği o koya geri döner. Bir yandan Winterbourne ailesini ve batan gemiyi araştırırken bir yandan da yirmi yıldır konuşmadığı kız kardeşi ile barışmanın yollarını düşünmektedir. Fakat Juliet için Libby bir yabancı ondan önce de düşmanından başka bir şey değilmiş...
İşte böyle... İki kadın; hayatı alt üst olmuş gene de pes etmemiş. Onların yolunu, mutluluğunu bulmalarını okuyorsun. O iki kadın gibi güçlü olabilmeyi diliyorsun.
Deniz Feneri Koyu, kitaplığımın en kıymetlilerinden biri artık. Çok sevdim, çok beğendim.
Tavsiye ederim, okuyun. Okutun.
•ALINTILAR•