Gabriel Garcia Marquez,1967 yılında yayımladığı Yüzyıllık
Yalnızlık (Cien años de soledad) tüm dünyada büyük yankı uyandırır. Gerek
anlatım biçimi, gerek işlediği konu, gerekse roman karakterleriyle okuyucuya
akıl almaz ilginçlikte bir şölen yaşatan Márquez, arka arkaya birbirinden güzel
yapıtlar verir. Kolera Günlerinde Aşk, Kırmızı Pazartesi, Albaya Mektup Yazan
Kimse Yok, Aşk ve Öbür Cinler, Yaprak Fırtınası gibi, edebiyatın farklı
türlerinde verdiği eserler hep çok sevilir, çok okunur. Márquez 20. yüzyılın en
büyük yazarlarından biridir ve hiç şüphesiz edebiyat tarihinde ismi daima en ön
sıralarda anılacaktır.
Gelgelelim kitabımızın konusuna; Buendia ailesinin atası
sebep olduğu ölümün sonunda ölünün ruhunun en azından rahat etmesi için
yaşadığı yeri, yanında birkaç aileyle bırakıp, Macondo’yu kurmuş. Ailenin
başlangıcıyla kasabanın kuruluşunun denk gelmesi, sonunda ikisinin kaderini
öyle bir bağlamış ki birbirine, aileden birinin yaptığı tek bir davranış tüm
kasabanın durumunu etkilemeye başladı sonunda. Buna rağmen aile kendini fazlasıyla
dışarı soyutlamış ve kendi içinde bir kısır döngüye düşmüştür. Evin içinde
olanlar birbirine ilgi duymuş, soy bu şekilde sürmekle kalmamış, Ursula’nın
korktuğu gibi isimlerin yinelenmesi kaderinde kendini tekrar ettiğini olaylarla
gösterdi.
Yazarında dediği gibi bende bir çok
şaşırtıcı olay olmasına rağmen bir çoğuna şaşırmadım, aksine gerçekten
olabileceğine inanarak okudum, üzüldüm, kızdım, heyecanla bekledim ve sonunda
böyle olacağı ortadaydı dedim. Kitabı kapattığımda bulunduğum yere dönebildim
ve gerçekten bunların olma ihtimali var mı diye düşünebildim. İnsanı tamamen
içine alan büyüleyici bir anlatıma sahip mükemmel bir hikâye desem bence
abartmış olmam.
ız."
Yıllar içinde dönüp dönüp okuduğum romanlardan biri. Diğeri de Pearl Buck'ın Ana'sı :) Roman okumanın tadını çıkarmak, ruhu arada bir temizlemek için okunmalı. Sevgiyle
YanıtlaSil