9 Nisan 2015 Perşembe
Ardımda Kalanlar, Ellen Marie Wiseman [Kitap Yorumu]
DİKKAT: Kitabı okumaya kendimi kaptırdığım gibi, onu size anlatmaya da fazla kaptırmışım: SPOİ İÇERİR. =))
Bir kitabı okurken bir çok duygu hissedersiniz. Üzülür ya da sevinirsiniz. Veya heyecana kapılır hatta meraklanırsınız değil mi? Ardında Kalanlar'ı okurken ise her an yüreğiniz parçalanacakmış gibi hissedeceksiniz. Ağlarken hani gözünüz hassaslaşır ve şişer ya, bu kitabı okurken benim kalbim bu haldeydi işte.
Arkadya Yayınları'ndan çıkan her kitap yüreğimin bir köşesini ele geçirmeyi başarıyor zaten. Nitekim Ardımda Kalanlar'ı okurken de aynı şey oldu. Farklı zamanlarda yaşayan iki kadının yaşadığı zorluklar yürek burkucuydu. Soluk soluğa, hıçkırarak ama saatler içinde okuyup bitirdim kitabı.
Olağanüstü, gerçeklere dayanan bir kurgusu vardı...
Kitap, hiç bir deliliği olmayan bir kadının akıl hastanesine kapatılmasını ve annesinin delirdiğini düşünen bir kızın hikayelerini anlatıyor. Yazar, baz olarak akıl hastanesini konu edinmiş. Onun gibi benim de akıl hastaneleri ve oraya kapatılan insanlar her daim ilgimi çekmiş, orada hastalara yaşatılanlar üzmüştür. En başta kitabı okumak istememin en büyük sebebi de buydu.
Günümüz de gazetelerde haber olan bir olay vardı: Willard Akıl Hastanesi'nin çatı katında hastalara ait valizler bulunmuş ve bunlar sergilenmişti. Yazar o fotoğraflardan esinlenip, kurguya yansıtmış. İnternetten o fotoğraflara da baktım; tüylerimi diken diken etmeye yetti...
Eskiden, özellikle de kadınlar uzun süreler akıl hastanelerine kapatılırmış. Hasta oldukları için değil. Aileleri veya eşleri onlardan kurtulmak istediklerinden dolayı. Bu söz de hastalar tedavi adı altında işkence görüyorlardı. Bunun yanı sıra bir çoğu hizmetçi olarak çalışıp bir kısmı ise erkek doktorların taciz ve tecavüzüne uğruyorlarmış.
Buz banyoları, ötenazi, öjenik amaçlı zorunlu sterilizasyon yani kısırlaştırma, lobotomi ve elbette ki elektroşok tedavi yöntemleri arasındaymış.
Tüm bunların var olması ve binlerce kişinin bunu yaşamış olduğunu bilemem bile beni şoka uğratıyor. Ne kadar şanslı olduğumuzun farkına varmalıyız... Düşünsenize; akıl sağlığınız yerinde fakat tımarhaneye kapatılıyorsunuz. Kendinin deli olmadığını inandırmaya çalışıyorsun. Kimse inanmıyor çünkü kimse seni dinlemiyor.
İşte 1929'da babası tarafından akıl hastanesine kapatılan Clara'nın başına gelenler bunlardı.
Ailesinin uygun bir adam olarak görmediği Bruno'yu sevdiği için bir suçlu gibi oraya kapatıldı. Ne hisettiğinin ifade etmenin bir yolu var mı bilmiyorum... Üstelik Clara'nın babası doktora Bruno'nun gerçekte var olmadığını bile söyledi. Bir babanın sırf onaylamadığı birine aşık oldu diye öz kızını akıl hastanesine kapatması inanılır gibi değil ki...
Clara'nın hikayesi yüreğimin bir tarafını parçaladı. Öbür tarafını ise Izzy'nin yaşadıkları...
Isabella'nın aslında mutlu bir çocukluğu vardı. Taki yedi yaşındayken annesi, babasını öldürene dek. Mutlu yaşantılarında bu olay gerçekleşince Izzy annesinin deli olduğuna inanarak, bir koruyucu aileden bir diğerine geçerek büyüyor. Bir yandan da annesi gibi delirmekten korkuyor.
on sekiz yaşına girmeden önce, koruyucu annesi Peg'le kendisini orayı araştırmak üzere Willard'da buluyor. Tabi Clara'nın bavulu ve günlüğü de ortaya çıkıyor. Clara ve Izzy'nin yolları da bu sayede çakışıyor...
Clara, ızzy sayesinde tam altmış altı yıl sonra kızına kavuşuyor. Izzy ise gerçekleri ''hatırlıyor.'' Annesinin sadece kendisini koruduğunu öğreniyor.
Kısacası; iki kırık hikaye... Üç hüzünlü kalp; Clara'nın, Izzy'nin ve Ardımda Kalanlar'ın okuyucusuna ait...
Bu kitabı elinizden bırakmak istemeyeceksiniz...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder